Çılgın Türkler: DEDE ÇAVUŞ'UN HİKAYESİ

DEDE ÇAVUŞ'UN HİKAYESİ

Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı teslim olmuş, galip devletler Anadolu’yu paylaşmaya başlamıştı. Yunanlılar İzmir’e çıkmıştı. Koca Osmanlı dağılmış, elde Anadolu’dan başka yurt denecek toprak kalmamıştı... Çetin günlerdi... Padişah ve O’nun hükümetlerinin teslim bayrağını çektiği, Mustafa Kemal’in ise ülkenin “makus talihini” yenebilmek için Anadolu insanını örgütlemeye ve düzenli ordu kurmaya çalıştığı günlerdi.
Cabbar Dede Adil’in silah altına alınışı da işte bu günlerdi. Askere alındığında henüz 1919 yılıydı. 19’unu bitirmemiş bir gençti. İsmet’in komuta ettiği Mustafa Kemal’in düzenli ordusuna katılanlardandı. Sonu gelmeyecek askerlik başlamıştı... Kesintisiz, izinsiz 6 yıl askerlik... Önce 1. İnönü savaşı sonra 2. İnönü...
O dönem az bulunur niteliklere sahipti. Okuma yazma biliyordu, hesabı kitabı kuvvetliydi. Topçu yaptılar. Kısa sürede öğrenmişti milyem hesabını yapmasını... Önce onbaşı, sonra çavuş yapmışlardı. O’na artık Dede Çavuş diyorlardı. 1. İnönü’de toplam 28, 2. İnönü’de toplam 144  top vardı. Dede Çavuş, ordunun gözbebeği olan az sayıdaki topları kullanan askerlerin başındaydı.
Savaşlarla geçti askerliği... İnönü savaşlarının kazanılmasından sonra ordu Sakarya’da düşmanla meydan savaşına girişti. Ardından da Büyük Taarruz... Düşman yenilmişti...
Ülke yedi düveli savuşturmuş, kurtuluşu sağlamıştı, ancak iç düşmanlar faaliyetlerini sürdürüyordu... Onca savaş, açlık sefalet derken askerlikte 5 yıl geride kalmıştı... Bu kez iç düşmanlarla savaşılacaktı...
Yıl 1925...
Doğu  illerinde Şeyh Sait adında bir gerici Halife’nin bayrağını açarak Cumhuriyet yönetimine karşı isyan başlatmıştı. 13 Şubat 1925 tarihinde Bingöl ilinin Ergani ilçesine bağlı Piran köyünde başlayan Şeyh Sait İsyanı kısa zamanda genişlemiş, isyan hareketi bütün bölgede etkili olmuştu.
Cumhuriyet yönetimi kararını vermişti, isyan bastırılacak, hainler cezalandırılacaktı. Batı bölgelerinden Doğu’ya askeri birlikler sevk edilmeye başlandı. Doğu’ya giden birlikler arasında Dede Çavuş’un birliği de vardı.
Dede Çavuş, uzun zaman köyünü, obasını görememişti. Trenlerle yola çıktıklarında içi içine sığmıyordu. Trenin güzergahı Adana üzerinden, köyünün yanından geçiyordu. “Trenin penceresinden de olsa obamı, yurdumu görürüm” diye içinden geçirdi Dede Çavuş. Güzel bir bahar günüydü. Tren Adana’yı geçip Kürkçüler İstasyonu’na yaklaşınca Dede Çavuş’un heyecanı bin kat artmış, gözlerini dışarıdan alamıyordu.
Sonra inanamadığı bir şey oldu. Tren yavaşlamaya başladı ve bir süre sonra Kürkçüler İstasyonu’nda durdu. Tren makas değiştirecek, mola verecekti. Dede Çavuş, önce ne yapacağını şaşırdı. Hızla yerinden fırladı. Trenin neden durduğunu, ne kadar burada kalacağını öğrenmeye çalışıyordu. Dediler ki, “en az 2-3 saat buradayız.” Aklında köyüne gitmek, eşini, çocuğunu görmek vardı. Askere giderken, eşi Fadime hamileydi, askere gittikten sonra bir kızı olduğunu duymuştu. Elif adını vermişlerdi. Küçük yaşta kaybettiği annesinin adıydı Elif... İlk heyecanını yendi, hızlı düşünmeli, zamanı iyi değerlendirmeli, bir yolunu bulup evine gidebilmeliydi.
Yakın arkadaşlarına kafasından geçenleri söyledi, “aman ha, beni idare edin, gidiverip geleyim” dedi. Hemen yerinden fırladı, İstasyon’dan hızla uzaklaştı ve bir solukta köyüne ulaştı. Evi Dağcı Köyü’ndeydi. Genç incir ve sakız ağaçlarının arasından kimseye görünmeden geçerek eve kendini attı. Fadime, tek göz bir oda evin eşiğine oturmuş kızı Elif’in saçlarını tarıyordu. Avluya bir askerin girdiğini görünce heyecanlandı. Önce tanıyamadı, sonra “aboo, bu Cabbar değil mi?” deyiverdi. Dede Çavuş, “sus, kimse duymasın” anlamında elini ağzına götürdü. Hızla odaya girdi. Fadime, “Cabbar, ne yaptın sen, kaçtın mı yoksa” dedi. Dede Çavuş, “yok gız, ne kaçması” diye çıkıştı. Dede Çavuş, bir solukta olup biteni anlattı. Elif, geleni tanıyamamıştı, annesi “kızım korkma, bu baban” dedi. Dede Çavuş, kızını kucağına aldı. Elif, tedirgin oldu, korktu, yüz vermek istemedi bu yabancı askere. Dede Çavuş bir yandan durmadan anlatıyor, bir yandan da kızını seviyordu.
Bu sırada avludan bir ses geldi, “Gız Fadime bak hele” dedi avludan gelen ses. Fadime dışarı çıktı, “hayırdır” dedi. Gelen komşusuydu, “sizin avluya birinin girdiğini görür gibi oldum, kimidi gelen” diye sordu. Fadime, bir an ne diyeceğini şaşırdı, “hiç kimse” deyiverdi. Bu sırada Dede Çavuş’u bir korku aldı. Görünmemeliydi, askerden kaçmış diye düşünebilirlerdi. Yüklüğün altına giriverdi. Elif çocuk, olup biteni oyun sandı, dışarıya fırladı, “ana, babam yüklüğün altına saklandı” deyiverdi. Fadime, komşusunun elinden tuttu, “gız nolur kimseye deme, asker sevkediliyormuş, Tren bizim burada durmuş, Cabbar da bizleri görmek için bir solukta koşup gelmiş. Aman ha” diye tembihledi.
Cabbar, kısa süre kaldığı evinden yine koşarak istasyona dönüp, askerlerin arasındaki yerini alacak, uzun tren yolculuğunda arkadaşlarına evini, çocuğunu anlatacaktı.
Doğuda isyan büyümüş, isyancılar önce Genç’i daha sonra Muş, Çapakçur, Elazığ ve Palu’yu ele geçirmişlerdi. Dede Çavuş, bütün askerliğini topçu olarak yapmıştı. Ancak gittiği birlikte top yoktu. İsyancıların peşinde günler haftalar geçti. İsyancılara karşı Muş cephesindeydi. Birliğe bir top getirilmişti. Birliğin başındaki Binbaşı, öfkeliydi, ellerindeki tek topu kullanmak, isyancıları ezip geçmek istiyordu. Peki kim kullanacaktı bu topu? Askerlerine döndü, “içinizde top kullanmış olan var mı” diye sordu. Dede Çavuş, hemen öne fırladı, “Topçu çavuşuyum kumandanım” dedi. Ve sonra bir solukta sıralayıverdi, 1. İnönü, 2. İnönü, Meydan Savaşı... Kumandan, “gel buraya Dede çavuş” dedi, “yanına ihtiyacın kadar asker al, bu topu da askerleri de adam et, bu topa ihtiyacım var.” Dede Çavuş, yanına aldığı askerlerle kısa sürede topun bakımını yaptı, atış yapar hale getirdi.
Topu mevziye yerleştirdiler. Şeyh Sait’in adamları kurşun yağdırıyordu. Top atışı başlamış, isyancıların tepesine top mermisi yağıyordu. Top atışının verdiği güçle ilerledi birlikler, kısa sürede isyancılar dağıtılmış, sağ kalıp kaçamayanlar yakalanmıştı.
Gün akşama dönüyordu, bir büyük komutan geldi birliğe. Önce Binbaşı’yı kutladı; “eşsiz bir zafer kazandınız” dedi. Gururlanan Binbaşı, “kumandanım” dedi, “bu büyük zaferimizin gerçek sahibi Dede Çavuştur. O olmasaydı, asileri bu kadar çabuk dağıtamazdık. Şu ölü topu canlandırdı, düşmanın üzerine ölüm oldu yağdı” diye tamamladı konuşmasını.
Kumandan, Dede Çavuşu yanına çağırdı. “Bu vatan evladını ödüllendiriyorum. Dede Çavuş, bu andan sonra Ser Çavuştur (Başçavuş). Derhal rütbesini takın” talimatını verdi.
1925’in Haziran ayıydı. İsyan bastırılmış, Şeyh Sait ve adamları yakalanmışlardı. Asiler Diyarbakır’a getirildi. İstiklal Mahkemesi kuruldu, Şeyh Sait ve 46 adamı hakkında idam kararı verildi.
Diyarbakır’ın Dağkapı Meydanı’na kuruldu sehpalar... İnfazın gerçekleştirilebilmesi için meydan çevresinde geniş güvenlik önlemleri alındı. Yüzlerce asker görev yapıyordu. Meydanın giriş ve çıkışları tutulmuştu. 40 kadar asker ise, sehpaların hemen yanında yakın koruma yapmakla görevlendirilmişti. Ser Çuvuşluğa terfi eden Dede Çavuş, yeni rütbesi ile 40 kişilik yakın korumanın kumandanıydı.
Gün gelip çatmıştı, 29 Haziran 1925 tarihinde, sabaha karşı gün doğmadan getirdiler asileri meydana... Şeyh Sait ve 46 adamı, halkın gözleri önünde “ibreti alem olsun” diye asılarak idam edildi.
Dede Çavuş, bir süre daha askerlik yapacak ve 1925’in sonlarında terhis olacaktı. Askerlik sonrasında kendisine bağlanan “serçavuşluktan emeklilik aylığını” ise hiçbir zaman almayacaktı.


İDRİS ADİL

(“Dede Çavuş’un Hikayesi”, gerçek bir  yaşam hikayesidir. Bu olayları, yıllar önce babam Ali Mehmet Adil’den dinlemiştim. Araştırma sırasında hikayenin kimi ayrıntılarını Atıf Adil, Canip Adil ve Nebi Savaş’tan öğrendim. Dede Çavuş’un Hikayesi, bu bilgilerden yola çıkılarak İdris Adil tarafından kurgulanmıştır.)

Yorumlar