![](https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEin-FpmAUK7Wa-HrEKEOBtII8p3SKXh72WMYzOO0mU_Fq7lAWwR-K0J8NvuYLLpdA_OSwZ0Z-h9CRK2fNZgavlQQnq4uym75rtCg_Qrq9lz4orCMIy1dqnRYwXxWSZBMMxQDIXILQXOl_4/s400/Kurtulu%25C5%259FSava%25C5%259F%25C4%25B1.jpg)
Birinci Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı teslim olmuş, galip devletler Anadolu’yu paylaşmaya başlamıştı. Yunanlılar İzmir’e çıkmıştı. Koca Osmanlı dağılmış, elde Anadolu’dan başka yurt denecek toprak kalmamıştı... Çetin günlerdi... Padişah ve O’nun hükümetlerinin teslim bayrağını çektiği, Mustafa Kemal’in ise ülkenin “makus talihini” yenebilmek için Anadolu insanını örgütlemeye ve düzenli ordu kurmaya çalıştığı günlerdi.
Cabbar Dede Adil’in silah altına alınışı da
işte bu günlerdi. Askere alındığında henüz 1919 yılıydı. 19’unu bitirmemiş bir
gençti. İsmet’in komuta ettiği Mustafa Kemal’in düzenli ordusuna
katılanlardandı. Sonu gelmeyecek askerlik başlamıştı... Kesintisiz, izinsiz 6
yıl askerlik... Önce 1. İnönü savaşı sonra 2. İnönü...
O dönem az bulunur niteliklere sahipti. Okuma
yazma biliyordu, hesabı kitabı kuvvetliydi. Topçu yaptılar. Kısa sürede
öğrenmişti milyem hesabını yapmasını... Önce onbaşı, sonra çavuş yapmışlardı.
O’na artık Dede Çavuş diyorlardı. 1. İnönü’de toplam 28, 2. İnönü’de toplam
144 top vardı. Dede Çavuş, ordunun
gözbebeği olan az sayıdaki topları kullanan askerlerin başındaydı.
Savaşlarla geçti askerliği... İnönü
savaşlarının kazanılmasından sonra ordu Sakarya’da düşmanla meydan savaşına
girişti. Ardından da Büyük Taarruz... Düşman yenilmişti...
Ülke yedi düveli savuşturmuş, kurtuluşu
sağlamıştı, ancak iç düşmanlar faaliyetlerini sürdürüyordu... Onca savaş, açlık
sefalet derken askerlikte 5 yıl geride kalmıştı... Bu kez iç düşmanlarla
savaşılacaktı...
Yıl 1925...
Doğu
illerinde Şeyh Sait adında bir gerici Halife’nin bayrağını açarak
Cumhuriyet yönetimine karşı isyan başlatmıştı. 13 Şubat 1925 tarihinde Bingöl
ilinin Ergani ilçesine bağlı Piran köyünde başlayan Şeyh Sait İsyanı kısa
zamanda genişlemiş, isyan hareketi bütün bölgede etkili olmuştu.
Cumhuriyet yönetimi kararını vermişti, isyan
bastırılacak, hainler cezalandırılacaktı. Batı bölgelerinden Doğu’ya askeri
birlikler sevk edilmeye başlandı. Doğu’ya giden birlikler arasında Dede
Çavuş’un birliği de vardı.
Dede Çavuş, uzun zaman köyünü, obasını
görememişti. Trenlerle yola çıktıklarında içi içine sığmıyordu. Trenin
güzergahı Adana üzerinden, köyünün yanından geçiyordu. “Trenin penceresinden de
olsa obamı, yurdumu görürüm” diye içinden geçirdi Dede Çavuş. Güzel bir bahar
günüydü. Tren Adana’yı geçip Kürkçüler İstasyonu’na yaklaşınca Dede Çavuş’un
heyecanı bin kat artmış, gözlerini dışarıdan alamıyordu.
Sonra inanamadığı bir şey oldu. Tren
yavaşlamaya başladı ve bir süre sonra Kürkçüler İstasyonu’nda durdu. Tren makas
değiştirecek, mola verecekti. Dede Çavuş, önce ne yapacağını şaşırdı. Hızla
yerinden fırladı. Trenin neden durduğunu, ne kadar burada kalacağını öğrenmeye
çalışıyordu. Dediler ki, “en az 2-3 saat buradayız.” Aklında köyüne gitmek,
eşini, çocuğunu görmek vardı. Askere giderken, eşi Fadime hamileydi, askere
gittikten sonra bir kızı olduğunu duymuştu. Elif adını vermişlerdi. Küçük yaşta
kaybettiği annesinin adıydı Elif... İlk heyecanını yendi, hızlı düşünmeli,
zamanı iyi değerlendirmeli, bir yolunu bulup evine gidebilmeliydi.
Yakın arkadaşlarına kafasından geçenleri
söyledi, “aman ha, beni idare edin, gidiverip geleyim” dedi. Hemen yerinden
fırladı, İstasyon’dan hızla uzaklaştı ve bir solukta köyüne ulaştı. Evi Dağcı
Köyü’ndeydi. Genç incir ve sakız ağaçlarının arasından kimseye görünmeden
geçerek eve kendini attı. Fadime, tek göz bir oda evin eşiğine oturmuş kızı
Elif’in saçlarını tarıyordu. Avluya bir askerin girdiğini görünce heyecanlandı.
Önce tanıyamadı, sonra “aboo, bu Cabbar değil mi?” deyiverdi. Dede Çavuş, “sus,
kimse duymasın” anlamında elini ağzına götürdü. Hızla odaya girdi. Fadime,
“Cabbar, ne yaptın sen, kaçtın mı yoksa” dedi. Dede Çavuş, “yok gız, ne
kaçması” diye çıkıştı. Dede Çavuş, bir solukta olup biteni anlattı. Elif,
geleni tanıyamamıştı, annesi “kızım korkma, bu baban” dedi. Dede Çavuş, kızını
kucağına aldı. Elif, tedirgin oldu, korktu, yüz vermek istemedi bu yabancı
askere. Dede Çavuş bir yandan durmadan anlatıyor, bir yandan da kızını
seviyordu.
Bu sırada avludan bir ses geldi, “Gız Fadime
bak hele” dedi avludan gelen ses. Fadime dışarı çıktı, “hayırdır” dedi. Gelen
komşusuydu, “sizin avluya birinin girdiğini görür gibi oldum, kimidi gelen”
diye sordu. Fadime, bir an ne diyeceğini şaşırdı, “hiç kimse” deyiverdi. Bu
sırada Dede Çavuş’u bir korku aldı. Görünmemeliydi, askerden kaçmış diye
düşünebilirlerdi. Yüklüğün altına giriverdi. Elif çocuk, olup biteni oyun
sandı, dışarıya fırladı, “ana, babam yüklüğün altına saklandı” deyiverdi.
Fadime, komşusunun elinden tuttu, “gız nolur kimseye deme, asker
sevkediliyormuş, Tren bizim burada durmuş, Cabbar da bizleri görmek için bir
solukta koşup gelmiş. Aman ha” diye tembihledi.
Cabbar, kısa süre kaldığı evinden yine
koşarak istasyona dönüp, askerlerin arasındaki yerini alacak, uzun tren yolculuğunda
arkadaşlarına evini, çocuğunu anlatacaktı.
Doğuda isyan büyümüş, isyancılar önce Genç’i
daha sonra Muş, Çapakçur, Elazığ ve Palu’yu ele geçirmişlerdi. Dede Çavuş,
bütün askerliğini topçu olarak yapmıştı. Ancak gittiği birlikte top yoktu.
İsyancıların peşinde günler haftalar geçti. İsyancılara karşı Muş
cephesindeydi. Birliğe bir top getirilmişti. Birliğin başındaki Binbaşı,
öfkeliydi, ellerindeki tek topu kullanmak, isyancıları ezip geçmek istiyordu.
Peki kim kullanacaktı bu topu? Askerlerine döndü, “içinizde top kullanmış olan
var mı” diye sordu. Dede Çavuş, hemen öne fırladı, “Topçu çavuşuyum kumandanım”
dedi. Ve sonra bir solukta sıralayıverdi, 1. İnönü, 2. İnönü, Meydan Savaşı...
Kumandan, “gel buraya Dede çavuş” dedi, “yanına ihtiyacın kadar asker al, bu
topu da askerleri de adam et, bu topa ihtiyacım var.” Dede Çavuş, yanına aldığı
askerlerle kısa sürede topun bakımını yaptı, atış yapar hale getirdi.
Topu mevziye yerleştirdiler. Şeyh Sait’in
adamları kurşun yağdırıyordu. Top atışı başlamış, isyancıların tepesine top
mermisi yağıyordu. Top atışının verdiği güçle ilerledi birlikler, kısa sürede
isyancılar dağıtılmış, sağ kalıp kaçamayanlar yakalanmıştı.
Gün akşama dönüyordu, bir büyük komutan geldi
birliğe. Önce Binbaşı’yı kutladı; “eşsiz bir zafer kazandınız” dedi. Gururlanan
Binbaşı, “kumandanım” dedi, “bu büyük zaferimizin gerçek sahibi Dede Çavuştur.
O olmasaydı, asileri bu kadar çabuk dağıtamazdık. Şu ölü topu canlandırdı,
düşmanın üzerine ölüm oldu yağdı” diye tamamladı konuşmasını.
Kumandan, Dede Çavuşu yanına çağırdı. “Bu
vatan evladını ödüllendiriyorum. Dede Çavuş, bu andan sonra Ser Çavuştur
(Başçavuş). Derhal rütbesini takın” talimatını verdi.
1925’in Haziran ayıydı. İsyan bastırılmış,
Şeyh Sait ve adamları yakalanmışlardı. Asiler Diyarbakır’a getirildi. İstiklal
Mahkemesi kuruldu, Şeyh Sait ve 46 adamı hakkında idam kararı verildi.
Diyarbakır’ın Dağkapı Meydanı’na kuruldu
sehpalar... İnfazın gerçekleştirilebilmesi için meydan çevresinde geniş
güvenlik önlemleri alındı. Yüzlerce asker görev yapıyordu. Meydanın giriş ve
çıkışları tutulmuştu. 40 kadar asker ise, sehpaların hemen yanında yakın koruma
yapmakla görevlendirilmişti. Ser Çuvuşluğa terfi eden Dede Çavuş, yeni rütbesi
ile 40 kişilik yakın korumanın kumandanıydı.
Gün gelip çatmıştı, 29 Haziran 1925
tarihinde, sabaha karşı gün doğmadan getirdiler asileri meydana... Şeyh Sait ve
46 adamı, halkın gözleri önünde “ibreti alem olsun” diye asılarak idam edildi.
Dede Çavuş, bir süre daha askerlik yapacak ve
1925’in sonlarında terhis olacaktı. Askerlik sonrasında kendisine bağlanan
“serçavuşluktan emeklilik aylığını” ise hiçbir zaman almayacaktı.
İDRİS ADİL
İDRİS ADİL
(“Dede
Çavuş’un Hikayesi”, gerçek bir yaşam
hikayesidir. Bu olayları, yıllar önce babam Ali Mehmet Adil’den dinlemiştim.
Araştırma sırasında hikayenin kimi ayrıntılarını Atıf Adil, Canip Adil ve Nebi
Savaş’tan öğrendim. Dede Çavuş’un Hikayesi, bu bilgilerden yola çıkılarak İdris
Adil tarafından kurgulanmıştır.)
Yorumlar
Yorum Gönder